Ramazan Başan
ramazan.basan@hotmail.com
Manda yuva yapmış fincan kenarına
12 Aralık 2025 Cuma, 12:12
Markaları hikayeleştirmek için milyon milyon para harcayanlar var..
Bir de gerçek bir 'hikayesi' olan markalar var. Markaların gerçek hikayeleri o markanın en güçlü pazarlama argümanıdır.
Böyle markaların hastasıyım.
'Manda yuva yapmış söğüt dalına' diye söylenen bir türkü vardır. Hayallerin sınırlarını zorlayan bir türküdür. Gerçekle hayalin bir arada olduğu düşündüğünüzde gülümseten bir hikayedir.
Geçtiğimiz hafta 5 Aralık Dünya Türk Kahve Günü olarak kutlandı.
Amerika'da Türk kahvesini başarıyla tanıtan Gizem Saylıgil diğer adıyla Turkish Coffe Lady Times Square meydanında yaptığı lansman ile yine Türkiye'yi ve Türk Kahvesini gururlandırdı.
Gizem Saylıgil'in adım adım tüm Amerika'yı gezerek Türk kahvesini tanıtması, kendini bu işe adaması, 'gastrodiplomasi'nin en başarılı örneklerindendir. Çabalarının sonuçlarını almaya başladı bile.
Geçtiğimiz gün Gastronomi Kültür ve Seyahat Derneği GASTRODER'in de Yönetim Kurulu üyesi olan Lezzet Kurye'nin sahibi Serkan Anlaşan 'Manda Batmaz' kahvesini getirtmiş. Efsane bir kahvedir Manda Batmaz ... Nerden buluyorsun böyle hikayesi olan markaları Serkan, dedim .. İşimiz bu, dedi.
Mandabatmaz, İstanbul Beyoğlu'nda Türk kahvesinin bir "ölçü-ritüel-sabır" meselesi olduğunu kanıtlayan, küçük ama etkisi büyük bir kahvehane olarak bilinir. Hikâyesi hem isim efsanesine hem de disiplinli bir zanaatkârlığa dayanır.
"Manda batmaz" deyimi, kahvenin köpüğünün aşırı yoğun ve kalıcı olmasını anlatır.
Rivayete göre fincandaki köpük o kadar sıkıdır ki "manda bile batsa batmaz."
Bu ifade zamanla mekânın adına dönüşür: Mandabatmaz.
Manda Batmaz bu yönüyle yerli-yabancı gastronomi yazarlarının listelerinde "İstanbul'da içilmesi gereken kahveler" arasındadır.
Diğer bir hikayesi olan kahve 'Kıbrıs'tan... Con Kahve....
Yavru vatan Kıbrıs'ı giden mutlaka orada Con Kahve içer, gelirken de kahve getirir.
Con Kahve'nin kökeni 1920'de Lefkoşa Girne Kapısı'nda Remzi Efendi ile başlar.
O dönemde Kıbrıs'ta kahve tüketimi vardı ama kuru kahve üretimi daha sınırlıydı; kahveciler çoğunlukla Arap ülkelerinden ya da İstanbul'dan çekirdek getirip kavurup öğütüyordu.
Remzi Efendi, bu işi "paketlenmiş hazır kuru kahve" biçimine getirmeyi amaçlayarak yerel piyasa için üretmeye başlad
Kurucunun oğlu Mehmet Hüseyin Efendi, İngilizler tarafından fiziği nedeniyle "Con" lakabıyla çağrılıyordu ve bu lakap daha sonra markanın adı oldu.
Böylece "Con Kahve" markası nesilden nesile aktarılarak kurumsal kimliğini kazandı.
Bugün Con Kahve, Girne'deki tesislerde Brezilya başta olmak üzere Arabica tipi çekirdekleri işleyerek Türk kahvesi, filtre kahve ve diğer ürünler üretir.
Peki hepimizin bildiği Kurukahveci Mehmet Efendi'nin bir hikayesi var mı? Olmaz mı?
Hikâye 1871'e dayanıyor. Fatih'te küçük bir aktar dükkânını babasından devralan Mehmet Efendi, o dönemin geleneklerine meydan okuyan sessiz bir yenilik yapıyor. O zamanlar kahve evlerde dibeklerde dövülür, kavurma-öğütme işi tamamen tüketicinin omuzlarındadır. Kahve, keyiften çok zahmettir aslında...
Ama Mehmet Efendi bu kalıba sığmak istemez. Kahveyi dükkânında kavurup taze taze müşteriye öğütülmüş halde vermeye başlar. Bugün bize sıradan gelen bu uygulama, 19. yüzyıl İstanbul'u için tam anlamıyla bir devrimdir.
Yıllar geçer. Şehir değişir, imparatorluk çöker, Cumhuriyet doğar...
Ama bir şey değişmez: Mehmet Efendi'nin kalite ısrarı.
20.yüzyılın başında bir adım daha atar ve kahveyi hazır öğütülmüş paketler hâlinde satışa sunar. İşte o an, Türk kahvesi binlerce yıllık tarihinin yönünü değiştirir. Artık insanlar evlerinde zahmetle dibek dövmek zorunda değildir. Bir fincan kahve, pratikliğin ve standardın sembolü olur.
Bu yenilik, İstanbul'un sokaklarından başlayarak tüm ülkeye yayılır. Eminönü'ndeki o meşhur dükkân, gün içinde binlerce insanın uğradığı bir lezzet mabedine dönüşür. Türk kahvesinin tadı artık eve göre, semte göre değişmez; ülkenin ortak hafızasında tek bir tat hâline gelir.
Ve bugün hâlâ, bir Türk kahvesi sipariş ettiğimizde lezzeti ölçtüğümüz referans noktası, farkında olmadan Mehmet Efendi'nin attığı temellerdir.
Mehmet Efendi'nin hikâyesi aslında çok basit bir gerçeği hatırlatıyor:
Bazen kocaman değişimler, bir insanın küçük bir dokunuşuyla başlar.
Bir aktar dükkânında, bir cezvenin başında, kimsenin fark etmediği bir anda...
Bugün bir fincan Türk kahvesini köpüğüne, kokusuna, "o tanıdık lezzetine" bakarak yudumlarken;
Belki de 150 yıl önce Fatih'te başlayan o sessiz devrime saygı duruşunda bulunuyoruz.
Kahvenin bu ülkedeki yolculuğu uzun, tadı kalıcı, hikâyesi ise hâlâ taptaze.
Ve bazen bir fincan kahve, yalnızca bir içecek değil;
Bir milletin hafızasında saklı duran sıcak bir hatıradır.
Yazarın Diğer Yazıları
Girit'ten Bursa'ya göçle gelen lezzetler
25 Kasım 2025 Salı, 11:58
Bugün Dünya Cantık Günü kutlu olsun
22 Kasım 2025 Cumartesi, 09:00
Midye, kokoreç değil cehalet öldürür
15 Kasım 2025 Cumartesi, 11:18
Atatürk'ün sofrası
10 Kasım 2025 Pazartesi, 08:37
Geleceğin menüleri nasıl olacak?
14 Ekim 2025 Salı, 12:35
Festivalin ardından; rota Bursa lezzetlerine yöneldi
30 Eylül 2025 Salı, 11:29
Bursa'nın gastronomi markaları nelerdir?
11 Eylül 2025 Perşembe, 14:52
Karacabey Soğanı mı? Meteor Yağmuru mu?
22 Ağustos 2025 Cuma, 08:52
Memleketine hoş geldin Ferit Odman
15 Ağustos 2025 Cuma, 10:07
Bursa Lezzetleri İçin Rota Yeniden Oluşturuluyor
09 Ağustos 2025 Cumartesi, 18:53