CHP Bursa Milletvekili ve PM üyesi Orhan Sarıbal, Diyarbakır ve Mardin'de yaşanan yangın facialarına ilişkin açıklamalarda bulundu.
CHP Bursa Milletvekili ve PM üyesi Orhan Sarıbal, Diyarbakır ve Mardin'de yaşanan yangın facialarına ilişkin açıklamalarda bulundu.
Sarıbal'ın açıklaması şöyle;
"DEDAŞ net sorumlu ama anız olsa ne olur?"
Değerli basın emekçileri, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Her zaman olduğu gibi halkın gerçek haber alma hakkını sağlayan, emeğini ortaya koyan ama baskı gören, gözaltına alınan, tutuklanan tüm basın emekçilerini ve yayın kuruluşlarına özgürlük talebimizi, bağımsızlık talebimizi yeniliyoruz. Aslında bugün bunu söylemenin başka bir önemi var. Çünkü medya aracılığıyla iktidar dezenformasyon yöntemini devreye sokarak yine bu ülkede yaşanan birçok olay üzerinde algı yönetimini medya üzerinden yürütmeye çalıştı. O yüzden özgür medya, siyasete, ticarete ve vesayete teslim olmuş medyayı saygıyla selamlamak isterim.
20 Haziran'da Diyarbakır'ın Çınar, Mardin'in Mazıdağı ilçelerinde köylerinde çıkan büyük yangınla ilgili birçok şey söylendi, konuşuldu. Bununla ilgili Tarım Orman Bakanı açıklama yaptı. Gidip görmek yerine durumu analiz etmek yerine bir açıklamayla yetindi. Açıklamada 15 bin dönüm civarında arazinin yandığını, bunun 5 bin dönümünün hala hasat edilmemiş, anız olmamış, başaklı yani verimli hala tarlada duran ürünler arpa ve buğday olarak değerlendirildi ve onun dışında da yine net bir şekilde 923 civarında küçükbaş hayvanın telef olduğunu, Bir grup büyük başla beraber küçük başın da 80 civarında kesime gittiğini söyledi. Bu rakamların doğruluk değeri, evet asgari olabilir ama örneğin benim gittiğim yerde sadece bir köyde 1000'e yakın küçükbaşın telef olduğunu, bir öbür taraftaki köylerden aldığım bilgilerde 500 baş civarında da başka bölgelerde, köylerde hayvanın telef olduğunu gördüm. Gerçekten büyük acılar içerisinde olan koyun ve keçileri gördüm, yerinde ziyaret ettim, varlığına gözlerimle tanıklık ettim ve gittiğim gün yine çok sayıda küçükbaşın makinelerle gömüldüğünü, başka yerlere taşındığını açık bir şekilde gördük, tanıklık ettik. Tabi burada temel sorun şu, çok şey söylendi, çok şey anlatıldı ama işin hep sonuçları tartışıldı, sonuçları konuşuldu. Bu sonuçlara getiren sebepler olabildiğince konuşulmadı.
Ama iktidarın, bakanlığın yıllardır sorumluluğunu yerine getirmemesi meselesi hiçbir şekilde konuşulmadı. DEDAŞ denen, defalarca gidip yerinde çiftçiye nasıl zulüm çektirdiklerini gördüğümüz bu kuruluşun, bu gücün nereden nasıl aldığını, nasıl bu kadar zulümkar olduğunu konuşan olmadı, olabildiğince ve sadece belirli bir konu üzerinden gidildi.
Neydi konu? Anız mı elektrikten mi? Bir anız meselesine takılındı, duruldu. Vali açıklama yapıyor. Anızlardan kaynaklanan, anız yakmasından kaynaklanan yangın. Vali hakikaten anızın ne olduğunu biliyor mu merak ediyorum. Anız neydi? Peki aynı vali, aynı iktidarın aynı yapının bir ön yargı kültürü üzerinden meseleyi sadece anız yakmaya getirip dayatmasının anlamı ne olabilir? Çok net ve açık oraya gidip yerinde yaptığım tespitte bu yangının DEDAŞ'ın iletim hatlarından kaynaklandığını açık bir şekilde ortaya koyduk. Kaldı ki başka kanıtlar da vardı. Ama birçok kurum ve DEDAŞ da kendi açıklamasını yaparak "bu yangın bizden kaynaklanmadı, bizden elektrik hatlarımızdan kaynaklanmıyor" diye de bir açıklama yaptı. Bu kurumu bu kadar fütursuz hale getiren acaba valinin açıklaması mı? Vali bu açıklamayı yaparken hangi sahiplerle yaptı? Hangi araştırmayı yaptı? Hangi çalışmayı yaptı? Gidip gördük. Uzun yıllardır bakım görmemiş elektrik hatları. Yangının çıktığı o direğin hemen dibine kadar gittim. Yerinde gördüm. Bir çelik direk, arada bir ahşap direk, hiçbir tabanında betonlama yok, sabitleme yok, toprağa gömülü. Bir sonra yine bir çelik direk, ortaya servis, karmakarışık! Durum idare edilsin.
Elimizde belgeler var. O belgelerde DEDAŞ'ın yetkilisi aranıyor. O yetkiliye açık bir şekilde o telefon açılıp DEDAŞ'ın oraya gelen hattının enerjisinin kesilmesi talep edilecek. Saat 22.35 22.36, 20 Haziran Perşembe gecesi. İki arama var. İkisinde de DEDAŞ'ın yetkilisi cevap vermiyor. Aradan 2-3 dakika geçiyor. Ne diyecekler telefonda? Çok rüzgar var. DEDAŞ'ın telleri çok gevşek. Rüzgardan dolayı birbirine değiyor. Şu anda burada elektrik tellerinin çarpışmasından dolayı ortaya kıvılcımlar çıkıyor. Derhal kesilmesi söylenecek, bu. Ama DEDAŞ'ın yetkilisine ulaşılamıyor. Aradan iki üç dakika geçtikten sonra o kıvılcımlar düştüğü yerde henüz hasat olmamış başaklarla bunu tespit ettiğimiz tardaki kalan kül ve danelerden ve saplardaki renklerden rahatlıkla ayrılabilecek bir yangının başlangıcı %100 demiştik, %100 elektrik iletim hatlarından, %100 çünkü anız dediğiniz şey başaklardan tanelerin alındığı geriye sapın ve kökün kaldığı bir yapı. Böyle bir tarlada anız yani biçim yapıldıktan sonra kalan sap ve kökler yandığında, sarımsı, daha açık renkli bir kül tabakası görüyorsunuz. Bizim bildiğimiz doğal kül rengi. Yani gri, açık, kurşuna benzer bir renk. Oysa buğday tanelerinin olduğu, yani biçilmemiş buğdayın başakların hala olduğu bir tarlada yangın olduysa, oradaki kül simsiyah, siyah bir renk. Tamamen siyah. Yani karşıdan baktığınızda 500 metre uzakta, 1 kilometre uzakta, 3 kilometre uzakta bakın. Orada anız yangını mıdır? Ya da hala hasat edilmemiş buğday ya da arpa tarlasının yanığı mıdır? Çok net ama çok açık bir şekilde, rahatlıkla ve rahatlıkla bunu görebilirsiniz.
"Ormanla beraber 40 bin dönüm"
15.000 dönümden bahsediliyor. Bütün raporlara bakıyorum. Çalışmalara da bakıyorum. Geride adı konmamış, söylenmemiş. Yaklaşık bize gelen bilgiler 40 bin dönüm civarında. Belki bu bütün yanan alan olarak da söylenebilir. Bunun 15.000 dönümünü buğday, arpa yani yanan alanlar olarak değerlendirsek geriye nereden baksanız 25.000 dönümlük bir ormanlık, meşelik alan var. Bunu söyleyen bir tek nokta yok, bir tek kişi yok, bir tek belge yok. Bizzat gözlerimle gördüm, fotoğraflarını çektim. Gezdiğimiz her yerde bunu gördük. ağırlıklı meşelik olmak üzere orman vasfı olan yer. Niye bu söylenmiyor? Neden? Niçin? Ormanlar kamu malı olduğu için midir? Kamu kimindir? Kamu kim? Biziz. Halk, oranın halkı. Neden bu ormanlardan bahsedilmiyor? Dolayısıyla bunları da söylemek, bunları da konuşmak lazım.
"Savcılık vatandaşın karışışında"
Diğer bir temel konu. DEDAŞ'ın hatlarından kaynaklandığını söyleyen vatandaş savcılık tarafından suç duyurusuna tabi kalıyor. Nasıl bir hukuk ya bu? Nasıl bir ülke burası? Vatandaş yerinde, tarlasında bunu gösteriyor. Bütün bilimsel veriler var. Kaldı ki eş zamanlı olarak bizim bu yangın elektrik direklerinden çıkmıştır. Gecenin aşırı rüzgarı, fazla rüzgarı ama DEDAŞ'ın uzunca bir süredir bakım yapmadığı, elektrik tellerinin esnek, gevşediği, sıcaklığın yüksek olduğu dönemde bu yangının buradan çıktığını net bir şekilde ortaya koyarken eş zamanlı olarak bir taraftan Elektrik Mühendisleri Odası, bir taraftan Tabipler Odası kendi bulunduğu noktadan bir taraftan Diyarbakır Barosu yani kurum ve kuruluşlar da bir anda bütünüyle bu yangının DEDAŞ'ın iletim hatlarından, elektrikten çıktığını net bir şekilde ortaya koydular. Ve bu vatandaş da açık bir şekilde, yurttaş İbrahim Eren bu yangının olduğu yeri, ben de tanıklık ettim, kendisi de oradaydı, et bir şekilde gösteriyor.
Yani bu ülkede gerçeği söylemek de suç. Savcılık bu insan hakkında suç duyurusunda bulunuyor. Nasıl bir hukuk düzeni? Vali hiçbir şey görmeden kalkıp bu anız yanmasından kaynaklanmıştır diyor. Kurumlar da ona riayet ediyorlar. Ama durumu gören adam, gerçeği gören kişi, "bu olmaz, benim canımı da alsınlar, ben gerçeği söylemek zorundayım çünkü benim canım yandı yanıyor" diyor, bu adam hakkında net bir şekilde suç duyurusunda bulunuyor.
"DEDAŞ sömürgeci bir kurumdur"
Peki o zaman burada başka bir şey sorgulamamız gerekmez mi? Değerli basın emekçileri. Bu DEDAŞ'ı bu kadar önyargıyla korumak niye? Sömürgeci bir yapıyı, bu kadar koruma nereden gelmektedir? Hangi güçle, hangi anlayışla bu yapılmaktadır? Özelleştirmelerden tutun da bugüne kadar olan tarihsel süreci doğru değerlendirmemiz lazım. Açık bir şekilde. Özelleştirmenin göz bebeği olarak bakmışlardı DEDAŞ'a. Ve yıllarca iktidar elektrikleri de elektrik fiyatı üzerinden destekledi. Unutmayalım, söyleyelim. Şu anda hala 7 saat, 8 saat o bölgede elektrik kesintisi var. Evlerde hasta insanlar var. Solunum cihazına bağlı. Elektrik olmadan olmaz. Artık günümüz şartlarında enerji, elektrik bir insanlık hakkıdır. Söylemeden olmaz. Bugün bu kesintiler açık bir şekilde yapılmaktadır. Ve çok üzgünüm. Özelleştirmeler adı altında belirli şirketlere tanınan imtiyazlar ile o şirketleri böyle vahim ve acı bir olay karşısında bile koruma iş gücüsüyle davranan devlet erki, devleti yöneten siyasal iktidar ve onun valileri de açık bir şekilde bu sömürge sisteminin birer parçasıdır. Hatta ortağıdır. Kendi elleriyle oluşturdukları kartel, DEDAŞ o bölgenin canını okumaktadır.
"DEDAŞ Saray'dır"
Her seferinde kendini kurtaracak, zenginliğine zenginlik katacak bir ilişki ağı içerisindedir. Bunun adını da doğru koymamız lazım. Bu topraklarda iktidarla bağı olmayan, Saray'la bağı olmayan hiçbir kuruluş devlet eliyle kartelleşip iktidar eliyle neoliberal, liberal düzenin sömürgeci kuruluşu olamaz. Ardı ardına raporlar geldi. Diyarbakır Belediyesi İtfaiye Dairesi geldi. Aynı şeyi söyledi. DEDAŞ'ın 2023 yılında geçen yıl yine bir yangına sebep vermesi ve bu yangın sonrası açılan davada kusurlu bulunduğunu hepimiz biliyoruz. Hepimiz biliyoruz.
"Anız anız anız, nedir bu ısrar?"
"Anız anız anız" demelerinin bir sebebi olmalı. Israrla halkı suçlamalarının bir gerekçesi olmalı. Nedir anız? Yüzlerce zararı var değil mi? Çiftçi bunu bilmiyor mu? Biliyor. Peki yüzlerce zararı olmasına rağmen, onlarca zararın olmasına rağmen, toprağın organik yapısının bozulması, yangının sıçrayıp diğer alanlara gitmesi, tozdan dumandan karayolları çevreye kirlilik saçması, karbondioksit miktarının artması ve küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine etkisi, bütün bunlara rağmen bu ülkeyi 22 yıldır yönelten iktidar 2013 yılından itibaren o bölgenin bütün elektrik hakkını DEDAŞ'a veren ve onu koruyan, kollayan her defasında onun imdadına yetişen ve zenginleşmesini sağlayan bu iktidar, Atatürk Barajı yıllarca önce bitmesine rağmen, GAP yıllarca önce bitmesine rağmen o bölgeye sahici bir sulama sistemi götürmeyen iktidar, Atatürk Barajı, Keban Barajı bütün bu o bölgedeki baraj ve su sistemine rağmen ısrarla oradaki halkın suya ulaşmasını engelleyen 500 aşağıda dekar başına 2 bin lira, 3 bin lira, 4 bin lira su parası vermek zorunda, elektrik parası vermek zorunda kalan, yaptığı üründen o parayı bile çıkaramayan bir çiftçi yaratan bu iktidar kendi sorumluluğunu yok sayarak, kenara koyarak DEDAŞ'a bu kadar büyük destek vermiş olması neden? 2018'de gittik, günlerce elektrik vermedi. "7 bin abone bana para ödemiyor" dedi. Daha geldiğim gün akşam Kızıltepe'de bir çiftçi bir aile kendi tarlaları değil, kendi arazileri değil başkasının arazilerini bunların arazisiymiş gibi gösterip yüz binlerce lira para elektrik borcu üzerinden faiz ve para cezası hakkında dava açmışlar. Adamlar 4 yıldır uğraşıyorlar. 4 yıldır bundan kurtulamıyorlar. Bu ceberrut düzen nasıl? Nasıl oluyor bu? Hala bugün günde sekiz saat, dokuz saat elektrik kesintisi yapıyor olmalarının gerekçesi nedir? Yıllarca iktidar iki bin yirmi üçün sonuna kadar %65'ten başlayıp %25'e kadar destekleyip, 2023'ten itibaren desteğini kaldırdığı, daha geçen yıl Urfa Büyükşehir Belediyesi'ne ve oradaki yapıya 700 milyon TL hukuksuzca aktarma çabası içerisindeyken, bu şirketi acaba bu kadar kolluyor olmasının gerekçesi ne? Ne olabilir? Destekler ve o kaynaklar DEDAŞ'a yapılan 2 milyardan fazla vergi muafiyeti getiren, borcunu silen bu iktidar bu kaynakları neden GES'e yani güneş enerji sistemlerine harcamadı da 2013'ten beri oranın çiftçisini üretimini kendi de destekleyerek bir tekelin ortağı olarak DEDAŞ'a büyük para aktarmasının gerekçesi neden? Ne olabilir? Bu paralarla Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin elektrik meselesi çoktan çözülürdü, çoktan. Bütün bunları yapmayıp o bölgeyi tamamen ceberrut DEDAŞ'a teslim edip bugün anız, anız, anız demelerinin ne anlamı olabilir? Anızı yakan çiftçi her şeyi biliyor, farkında ama 42 lira yaptığınız mazotu iki kere, üç kere sürüp yerden hazırlayacak hale getirmek için harcayacak para ekeceği ve elde edeceği üründen daha az. İPART Avrupa destekleri, Kırsal Kalkınma Destekleme Fonu, Tarım Bakanlığı neden öncelikli meseleler olarak o bölgeye, o bölgelere teknoloji ve mekanizasyon desteği verip oralarda ortak makine parkı kurup büyük traktör ve büyük makinelerle çiftçinin mazot harcamadan o sapı da kalan kökü de toprakla işleyip toprağı tekrar yeni ürüne hazır alaya getirecek o mekanizasyonu neden o insanlara refah görmemektedir? Siz bunların hiçbirini yapmayın. Ondan sonra da her şeyi çiftçiye yüklemek için başta yandaş medya olarak valinizle, kaymakamınızla, tarım bakanlığınızla belediyeler yaptığınız kayyum modelini oralarda da dezenformasyon olarak uygulayın. Bunları konuşmak lazım, anlatmak lazım. Ama bunlardan kimse bahsetmiyor.
"DEDAŞ tarlaları, RES'ler ormanları yakıyor"
Kaldı ki değerli basın emekçileri, bakın, anız yangını dediğiniz şey bugüne kadar merak ediyorum. Kaç tane anız yangını başka alanları da yakmıştır? Böyle bir veri var mı? Yok. Bu kadar büyük bir mala, cana, kayba, geniş alana neden olan bir anız yangını olmuş mudur? Hayır olmamıştır. Çiftçi bunu bile bile yapmaktadır. Çünkü çaresizdir. Sizin uyguladığınız politikalar, yoksullaştırma politikaları, göç politikaları, mülksüzleştirme politikaları tarımdaki çiftçiyi mecbur etmiştir anız yakmasına. Söyledim. Onlarca imkan var. DEDAŞ'a yaptığınız desteği oraya yapabilirdiniz. GES üzerinden, enerji sorunu üzerinden. Diğer firmalara, diğer ithalata, şuraya buraya yaptığınız destekleri o bölgenin sulama sistemine aktarabilirdiniz. Hiçbirini yapmadılar. Yapmadılar hiçbirini. Anız yakan çiftçi anızının başında. Hiç tehlikeli işe girmez. Aynen ormanların sahipleri gibidir. Ormanların sahibi orman köylüsüydü. Orman köylüsünü aşağıya getirdiler. Şimdi ormanlarda büyük felaket var. Soruyorum şimdi buradan bakana. Yaşanan orman yangınlarında yani rüzgar enerji santralleri ve hidroelektrik enerji santrallerinin iletim hatlarından kaynaklanan miktar nedir? Ya her şeye para gözüyle bakılır mı? Her şeye sömürgeci anlayışla bakılır mı? Raporlar var. Tarık Orkan senin raporu var. Ortaya koydum. Türkiye'deki orman yangınlarının bir kısmının rüzgar enerji santrallerinin (RES) iletim hatlarından kaynaklandığını net bir şekilde ortaya koydum. Daha yeni Bursa'da yaşanan orman yangınlarından bir tanesinin de buradan çıktığını biliyoruz. Gelen bilgiler öyle. Niye bunlara bakmıyoruz? Sadece para, sadece para, sadece zenginlik. Ve kendi yarattıkları canavarları kendileri koruyorlar. Çünkü kendinden olmayan hiç kimseye zaten bu tür projeleri vermiyorlar. Ve kendilerini desteklemediği bir müteahhit yapısı da, şirket yapısı da hiçbir zaman Türkiye'de bir yere gelemez. Yani bütün bunları döndürün dolaştırın iktidarın yanına çıkar.
"DEDAŞ bir ölüm ve yoksulluk hattıdır"
Bu yoksulluk hattını kartele çevirip devasa bir şirket yaratan özelleştirme modelini kimsenin sorguladığı yok. O kadar çok sabıkası var ki DEDAŞ'ın. O kadar çok. Yıllardır ülkeye zulüm yaratıyorlar. Yıllardır. Kemal Kılıçdaroğlu, önceki genel başkanımız ilk milletvekilliği olduğu 22. dönemde bu holdingin, DEDAŞ'ın bağlı olduğu holding ve onun sahipleriyle ilgili bazı önemli açıklamalarda bulunmuştu, ne demişti "Becerikli Abdullah".
"Herkes yangından kaçar, o insanlar kendilerini yangına attılar"
Bir koyununu kurtarmak için, bir keçisini kurtarmak için, buğdayını kurtarmak için, kendi canını feda eden, yaşamının ana unsuru olarak gördüğü buğdayını, ineğini, keçisini, danasını... Onun için canından vazgeçip kendini yangının içine atan ve orada aramızdan ayrılan o insanları saygıyla anıyorum. Herkes yangından kaçar, o insanlar yangına atlar kendilerini. Niye? Neden? Bu iktidarın hiçbir vicdanı yok. 12 dakikada yangınlara ulaşıyoruz diyen Tarım ve Orman Bakanı neredeydi? Hala nerede? Kızının üzerinde hiç elbise kalmadığını, canının tümünü yandığını, yangından çıktığında ölmemişken, hastane yolunda hastanelerde öldüğünü söyleyen o insanın acısının bedeli var mı?
"Haysiyetsizlik çağı"
Bir ülkede ya da dünyada ya da nerede olursa olsun vicdanın tükendiği yerde siz hiçbir şey beklemeyin. İnsanlık beklemeyin, vicdan beklemeyin, onur beklemeyin, hasiyet beklemeyin. Onursuzluğun, haysiyetsizliğin, dışlanmanın, ötekileştirmenin, kirlenmenin, dezenformasyonun en fazlasını görüyoruz. Hala bugün iktidar ortağı anız diyor. Hala bazı kurum kuruluşlar, bazı medya anız diyor. Nedir ya? Arız olsa ne olur? Elektrik olsa ne olur? Neredesiniz? Yangın çıkabilir. Neredesiniz?
Siyaset, 2024.06.26 08:27